top of page

Hayatımın Dönüm Noktası: Irlanda'da Erasmus!

  • Yazarın fotoğrafı: Hande Yazar
    Hande Yazar
  • 5 Eki 2018
  • 9 dakikada okunur

Genelde Erasmus’dan dönen arkadaşlardan duyarız: ‘Evet ya erasmusa gittim geldim işte’. Benimki böyle değildi; o dört aya kocaman bir hayat sığdırdım sonra da tamam hadi bitti diyip her şeyi geride bırakmak yerine gelirken tüm anılarımı topladım ve bambaşka hayaller, umutlar, hedeflerle birlikte geldim. Peki her şey nasıl başladı?

Kendime yeni bir ben lazım

Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, olumsuzluklara karşı hazırlıklı olmalısınız. Bende olduğu gibi sorunlar hemmen patlak verebilir.. Bilkent’de başvurunuzu yaparken sizden gitmek istediğiniz beş okulu sıralamanızı istiyorlar. Önceki yazımda bahsettiğim can dostum güzel insan ile birlikte Brno/Çek Cumhuriyeti’ne gitmeyi istiyorduk. Duyduk ki bira su gibiymiş, hayat daha ucuzmuş ve Çek jeopolitik açıdan Avrupa’nın merkezinde olduğundan tamam dedik rahat rahat da gezeriz.. Başvuruyu yaptık tabii heyecan dorukta, sonuçlar açıklandı, can dostum güzel insana Brno, bana da 5.tercihim Irlanda çıktı. Haydaa!

Tabii koştuk uluslararası öğrenci ofisine anlattık biz ayrılamayız diye, bekleme listesine aldılar beni. Listede gitmeme engel olan sadece bir kız var, eğer iptal ederse gidebileceğim. Kızın ismini zar zor alıp Facebook’tan buldum ve hemen yazdım: ‘Noolur erasmus başvurunu iptal edecek gibiysen bana söyle, arkadaşımla Brno’ya birlikte gitmeyi çok istiyoruz. Sen iptal edersen ben gidebilicem!’. Ardı ardına mesajlar ve kızcağızı darlamalar biraz daha sürdü ama velhasıl kızımız başvurusunu iptal etmedi ve biz cancağzımla aynı şehri ya da ülkeyi bırak aynı kıtaya bile gidemedik.. Bu beni o kadar üzdü ki dedim tamam ya ben gitmiyorum! Ben tek başıma orda naparımlar yok efendim ben o kadar soğuğa gelememler ama şimdi nasıl insanlarla tanışıcam ki ben çok çekinirimler ve daha ne zırvalar döndü kafamda.. Ama sonra dedim Handee saçmalama, bir yola çıktıysan sonunu da getireceksin, en başında karşılaştığın bir olumsuzluk yüzünden bu hayalinden vazgeçemezsin. Geçmedim de..

Sıfırdan başlamak

Tabii tahmin edersiniz ki tüm planlar Brno’ya göre yapılmış: hava durumu, gezilecek yerler, kalınacak yurt, para birimleri, vesaire.. Bunların hepsini bir kenara itip yepyeni bir yola çıktım, hedefimde ise bu kez Limerick, Irlanda! Ilk olarak yaptığım şey, ve size de önerilerimden, okulun websitesini defalarca okuyup edinebileceğim kadar bilgi edinmeye çalıştım. Ikincisi, yine can dostlarımdan biri benden bir dönem önce aynı okula erasmusa gittiği için hemmencecik onu aradım ve bir ruh emici misali kızcağızın ruhunu sorularımla çürüttüm. Aklınızda en küçük bir soru işareti kalmaması sizin kendinize güveninizi sağlayacak bu nedenle öncelikle erasmusu deneyimlemiş insanlara ve sonrasında da internete kocaman sarılın.

Behlül kaçar!

28 Ağustos gecesi, saat 3’de havaalanındayız. Ilk kez ailemden böyle ayrı kalacağım ya heeerkes orda; annem, babam, abim, anneannem ve halam. Sol baştan başladım sarılmaya ama ilk sarılmayla birlikte bir başlamışım ağlamaya güvenlik görevlileri bana bakıyor lan bi durum mu var kız zorla mı gidiyo filan diye.. Kontrolden geçtim ve Istanbul’a aktarmadan sonra sabah Irlanda uçağına bindim. Ben olayın gerçekliğinin o kadar farkında da değildim, ta ki uçak hava alana kadar.. Kocaman bir nefes verdikten sonra dedim: Işte şimdi başlıyoruz!

IRLANDA

Şimdi burada oturup yok efendim Irlanda’nın nüfüsu şöyledir yüz ölçümü böyledir demeyeceğim. Malumunuz internet çağındayız, en basitinden bir Wikipedia bile açıp bu bilgilere erişebiliriz. O yüzden gelin anlatayım naçizane gözlemlerimi ve başımdan geçenleri..

Yağmurun ıslatmaya doyamadığı o toprak kokusu burnunuzu, alabildiğince yemyeşil tarlalar ve üzerine serpiştirilmiş küçüklü büyüklü kalaler arasında dolaşan koyunlar gözlerinizi ve hemen köşedeki pub’dan gelen kahkahayla karışık tokuşturulan bardak sesleri kulağınızı dolduruyorsa anlayın ki Irlanda’dasınız..

7 maddede benim gözümden Irlanda!

1) Irlandalılar

Türkiye gibi bir ülkeden böyle küçücük bir memlekete gitmiş olmanın şoku bir yana, bir ADAYA ayak basmanın ve orada dört ay kalacak olmanın yüze çarpan gerçekliğini iliklerime kadar yaşadım. Ama bunu havaalanına indiğim ilk anda bile hissettiğim insanların nazikliği sayesinde kısa sürede atlattım. Arkadaşlar, insanlar NAZIK. Yahu o kadar kibarlar ki kırılacaklar; bitmeyen gülümsemeler, yolda belde görünce iyi günler demeler.. Ilk başlarda inanmayıp bana mı dedi bu ya dediğim çok oldu ama neyseki zamanla Hollywood starları gibi sağıma soluma selam vererek yürümeye de alıştım.. Yalnız şunun da altını çiziyim, bu naziklik üniversite çağı dışındaki tüm yaşları kapsıyor. Üniversitedeki gençlerde ise kanı kaynamak deyiminin sözlük anlamını bulabilirsiniz. E her yerde böyleee diyeceksiniz ama cık bu farklı, devamında anlatacağım..

Dört ay boyunca sadece iki gün gördüğüm güneş, morgdan yeni çıkmış gibi duran bembeyaz tenlerin ve kızıl kafaların sebebini de böylece açıklıyor. Tarihlerinin kalelerde yaşayan asilzadelerle dolu olması ne yazıkki 21. yüzyıldaki kılık kıyafetlerine olumlu etki edememiş olsa gerek ki erkekler günün 24 saati eşofmanlarla dolaşıyor. Yahu en azından gece dışarı çıktığında gündüzden popona yapışmış o gri eşofmanı giyme be kardeşim! Bu rezaletten sonra kadınlara baktığımızda, piremsesliklerini devam ettirebildiklerini görüyor ve alkış tutuyorum; nereye giderlerse gitsinler hangi yaştan olurlarsa olsunlar Irlandalı kadınlar giyinmeyi biliyor, ta ki akşam dışarı çıkana kadar.. E güzel kızım o yaprağı da gerekli yerlerine yapıştırmakla uğraşmasaydın hiç! Neyse onu da artık ilk aydan sonra görmeye alışıyor insan.. Minicik bir başka sorun ise yaptıkları makyaj.. O nasıl bir yüz boyamadır! Abartmıyorum gelinin kız kardeşi gibi, iki kova kopkoyu fondotenle yüzlerine badana yapıp üstüne sapsarı saça simsiyah kaşlar çizip kirpikler artık alınlarına değerek derse gidiyorlar. Neyse ne canım amaan!

2) Kampüs Hayatı

Dublin havaalanından bir iki aktarmadan sonra otobüsle kampüse geliyoruz, bu arada söylemeden geçemeyeceğim yollar o kadar dar ki! Ya otobüslerin camları yanlardaki ağaçların dallarına çarpar ya da bir yerde yol kenarındaki hendeğe düşmek üzere kalırız, bir de üstüne sanki inanılmaz normal bir şeymiş gibi yolumuza devam ederiz, sanki memlekette normal ölçülerde yol yapacak kadar bile yer yok! Her neyse konuya dönüyorum, yolun kenarındaki bayrak direklerini gördüm dedim tamam birazdan güvenlikten geçeriz sonra kampüsteyiz. Aaa yok! Ne bir güvenlik, ne bir araç stickerı, ne bir sınır, hiiiiç biri yok! Tabii Bilkent’ten o kadar alışmışım ki durmamıza rağmen beynim diretiyor, ‘Hayıır sen inme de kimliğini gösteer, senin kontrol edilmen lazım (!)’. Yani anlayacağınız ortada bir kampüs var evet ama bir sınır kapısı yok, duvarlarla örülü değil; aksine doğayla içiçe, yürüyüş yollarıyla, ortasından akan giden nehriyle bizim alışkın olduğumuzdan çok daha faklı bir kampüs..

Kampüsün ayrı noktalarına birbirinden faklı yurtlar serpiştirilmiş, siz dilediğiniz birini (ne kadar ekmek o kadar köfte) seçiyorsunuz. Fakat bunlara yurt yerine öğrenci köyü diyorlar, gerçekten dışarıdan bakıldığında küçücük bir köy gibi durduğu için. Benim kaldığım köy, dersliklere 7-8 dk uzaklıkta, az önce bahsettiğim okul girişinde bulunan bayrak direklerinin hemen karşı tarafında bulunuyordu. Evinizi paylaştığınız insanlar çok çok çok önemli, e malum sizin en tuhaf hallerinize onlar şahit olacaklar; neyseki ben çok şanslıydım çünkü diğer 3 ev arkadaşım zamanla cancağızlarım oldular.

3) Arkadaşlar

Okulun inanılmaz güzel hazırlanmış bir oryantasyon programı vardı. Ilk hafta okulla ilgili en küçük detaya kadar her şeyi öğrendik, bunun yanı sıra uluslararası öğrencilerle kaynaşma fırsatı da yakaladık. Genellikle böyle durumlarda ilk haftalarda oluşturulan arkadaş grubuyla son güne kadar devam edilir. Ben de grubumu oryantasyonla birlikte oluşturdum, inanılmaz insanlarla tanıştım! Italya, Avustralya, Almanya, Amerika, Finlandiya, Isveç, Isviçre, Lüksemburg, Hollanda, Fransa ve Ispanya’dan insanlarla dostluklar kurdum. Erasmus tuhaf birşey, çok hızlı ama güçlü bağlarla arkadaşlık kuruyorsunuz. Yaani tabii ki herkesin gerçek hayatın stresinden uzakta olup atmosferdeki tek ortak amacın eğlenmek olması da bir etken olabilir ama ben bunu söylemek yerine nedenini gerçek arkadaşlığın sıcak iklimine dayandırmak istiyorum...

4) Yemek bulma sorunsalı

Fish&Chips, efenim bu taraflara özgü uydurma bir yemek, bana çok hitap etmiyor açıkçası.. Sonuç olarak kızartılmış balık ve patates kızartması. Neyi büyütüyorsunuz ya sanki bir limonlu deniz börülcesi ya da bol tereyğlı iskender ya da kuru fasülye pilav ya da sanki bana mercimek köfte diyor!

Bir tutam feminist yetiştirildiğimden yemek yapmayı da az çok biliyordum ama eğri oturup doğru konuşayım hani öyle karnıyarıklar da hiç döktürmedim hayatımda.. Mesela ilk ıspanak yemeği deneyimim erasmusta oldu. Tarhana zaten vazgeçilmezim, anneannem sağolsun! Ama işte bulabildiğim malzemeler sınırlı olunca yaptıklarım ya da en azından yapmaya çalıştıklarım da sınırlıydı. Bana şimdi yaa tabi Hande tabi dediğinizi duyar gibiyim! Kıps bu benim blogum ;)

Arkadaş bir memlekette hiç mi yiyecek bir şey bulunmaz? Yok! Irlanda kocaman bir patatesten ibaret.. Her girdiğiniz yer kızartma kokuyor, abarmıyorum kampüsün belli bazı yerleri bile kızartma kokuyordu.. E tabi napsın adamlar, başka birşey yetişmiyor ki ne yesin! Sebze meyve hak getire yani şanslıysan havuç var soğan var o kadar. O kiloları nasıl aldım? Işte böyle! Dondurulmuş besinlerle hayat mı geçer, dört ay geçti ama gençliğim de geçti resmen.. Her neyse uzatmayacağım patates bende sinir yapıyor..

Hayal kırıklığı yaratan market alışverişleri bir yana dursun, önüme bir beyti konmasa da yeni tatların keyfini de çıkarmaya çalıştım. Mesela geç kalkılan cumartesi günlerinin vazgeçilmezi ‘Milk Market’! Tabii bu gariplerimin bizdeki gibi koooocaman açık pazarları yok. Her şeyi her zaman taze bulamadıkları için en azından haftada bir bu tarz pazarlar kuruluyor: balık, et, sebze-meyve satışları yanında yemek yapılan çadırlar da bulunuyor. E bizde bu nimetten yararlanıp kahvaltı/öğlen yemeğini aradan çıkartıyorduk.

PS: Ve gittim orada da buldum, Milk Market’da baklavacı! Neredeyse 30 yıldır Irlanda’da yaşıyormuş, nasıl tatlı bir amca anlatamam! E yani tahmin edersiniz ki dolayısıyla baklava özlemi çekmedim..

Yahu baklavayı da geçtim ama sen neredeyse 4500 km uzağa git nargile püflet.. Valla bana bakmayın, ben günah keçisiyim! Olay şu şekilde: Amerikalı ev arkadaşım bir Lübnan restoranında buluyor nargileyi ve tabii ki beni de oraya sürklüyor. E tabi bu olay duyuluyor ve sonrasında büyüyüp Milk Market’ta yemek sonrası Geleneksel Cumartesi Hangoverı Nargileyle Tazeleme Günü haline geliyor.

Mırıldanmaları duyar gibiyim, hiç mi özlemedin o güzelim köpüklü Türk kahvelerini diye soruyorsunuz.. Yahu özlemez olur muyum! Ama bir sefer yaptım o hatayı.. Bir cafede Türk kahvesi istedim. Allah’ım o nasıl bir şey! Hani mırra dicem o da değil yakmış getirmiş bana benim kahvemmişçesine yedirmeye çalışıyor. Dedim al götür gözüm görmesin!

5) Geleneksel Içkiler

VISKI:

Neşeli mizaçlarını açıklayan maddeye geldik. Bizde rakının nasıl bir yeri varsa, onlarda da aynı yeri viski dolduruyor. Bakınız, adamlar düşünmüş ismini bile ona göre koymuş: ‘hayat suyu’ anlamına gelen ‘uisce beatha’.. Viskinin üç farklı türü mevcut: Irlanda, Iskoç ve Amerikan. Eh tahmin edersiniz ki, ikinci vatanım saydığım Irlanda viskisi benim favorim :))) PS: Yerinde gördüm öğrendim, viskiye buz atılmaması makbulmüş. Viskiyi sulandırdığı için tadını ve yapısını bozuyormuş. Kulaklara küpe!

GUINNESS:

Guinness Irlandalıların en bilindik stout (siyah) bira markası. Ilk kez tadanların bu ne yaaa dediği bira. Özellikle Türkiye’den de alıştığımız Pilsner tarzı içimi kolay altın renkli biralardan sonra, siyah rengi, yoğun kıvamı ve üzerindeki köpüğünün kremamsı tadı bize farklı gelebilir, yabancı öğrencilerin yarısından fazlası da ilk başta garipsemedi değil şimdi.. Herkesin seveceğini garanti edemeyebilirim ama alıştıktan sonra bırakamayacağınızı garanti edebilirim.

IRISH COFFEE:

Doğa ananın mucizelerinden biri arkadaşlar.. Kahve ve viskinin elele tutuştuğu, kremanın ortama neşe kattığı bir enerji bombası. Başka söze gerek yok, DENEYİN!

SICAK VISKI:

O soğuk günleri nasıl atlattım ya da bu morg kaçakları nasıl yaşıyor sanıyorsunuz, işte cevabı, sıcak viski! Sıcak su, viski, limon ve karanfil tanelerinin yarattığı bu abide nezle ve gribe birebir. Denendi, onaylandı!

6) Vee gelelim o eşsiz erasmus partilerine!

Irlandalıların dünyanın genelinin alışık olduğundan saatler öncesinden başlayıp biten bir parti kültürleri var. Dolayısıyla uluslararası öğrenciler olarak ilk zamanlar alışamadığımızı söyleyebilirim. Rutin şu şekilde: içmeye öğleden sonra 4 civarı evde başlanır, akşam 10da clublara gidilir, gece 1de mekanlar kapanır, Istanbul Kebap isimli olsa da Hintli ya da Pakistanlı kebapçılardan dönerler alınır, herkes evine dağılır ve en geç gece 2de şehir sessizliğe bürünür. Ama nasıl bir yetenek ya da karaciğerse artık, sanki bir önceki gecenin sonunda kendinden geçmişçesine Gaffur dansı yapan onlar değilmiş gibi ertesi gün sabah 8de derse gidilir. E tabi erken yatan erken kalkar ve bir sonraki güne ciğeri hazırlar..

Irlanda nimetlerinden olsa gerek, kampüsün merkezinde iki tane bar bulunuyor, Stables ve Scholars Club ve daha büyük olan Stables’da her cuma Thank God Its Friday (TGIF) partileri yapılıyor. Buna katılmayanı okuldan atıyorlarmışçasına bir kalabalık, en az 65 yaşında bir DJ amca ve dört ay boyunca değişmeyen müzik listesi.. Ve yine sanki bir tatil köyündeymişiz gibi salı ve perşembe günlerine de yok efendim öğrenci köyleri renkleri partisi, zart partisi zurt partisi de sıkıştırılıyor araya. Ama yine de, ‘Are there any Spanish in da houseee?’larla geçen geceleri ve her tür milleti sayıp bir kez bile Turkish demeyen DJ amcayı bile özledim diyebilirim.

Irlanda’da erasmus bir virüs gibi ilk haftadan kişiyi etkisi altına alıyor arkadaşlar, onda uyarayım. Ah o alka seltzerlerin dili olsa da konuşsa! Haftasonuna çarşambadan başlamalar, perşembe günü sabah dersine bi türlü gidememeler, ders arası bi Irish coffee içip kendine gelmeye çalışmalar, ama hastayım sıcak viski içmem gerekler, kafalar yerinde değilken yazılan ve hocaya gönderilen bir essayin ertesi gün bir kısmının Türkçe zırvalamalarla dolu olduğunu farketmeler, ay neler neler.. PS: Beni o dersten bırakmayan saygıdeğer hocacığım, hürmetler efendim..

7) Hava Durumu: Hangi durum allasen!

Ben Irlanda’ya 40 kg bavulla gittim ama sor ne götürdün ya o kadar diye! Kazak kazak kazak.. Sandım ki Sibirya’ya gidiyorum.. Irlanda’nın çok farklı bir havası var. Size şöyle aktarayım, ilk olarak güneşsiz ama öyle bulutlu filan değil yani güneşin varlığını dahi aklınızdan çıkarın. Ikincisi, devamlı yağan bir yağmur var ama damlaları bile hissetmiyorsun öyle bir yağıyor ki meret dışarı adım attığın an tamamen ıslanıyorsun. Sanki tepede devamlı bekleyen bir itfaiye aracı var ve habire suluyor.. Ama öyle tepeden de yağmıyor yahu her yerden saldırıyor! O yüzden mesela şemsiye taşıyan pek yoktu, işe yaramıyor ki neden taşısın! Üçüncüsü, eylül sonu hatta ekim ortalarına kadar hava iyi denilecek bir sıcaklık seviyesinde, yani 13-14ün altına düşmedi mesela. Ama gelgelelim sonraki aylara, arkadaşlar soğuk! O getirdiğim kazaklara ve kocaman bir paket tarhanaya işte o zaman şükretmiştim.. Ayyy evde çoraplarımı giyip su torbama sarılıp uyuduğum zamanlar dün gibi aklımda!

Sağda müsait bir yerde lütfen!

Hayatımı Değiştiren Karar Erasmus postunun Irlanda kısmını tamamladık. Dura dura, derin nefesler ala ala yazdığım bir yazı oldu. Böyle geçmişe aldı götürdü resmen! O kadar güzel anılar biriktirdim ki! Bambaşka hayatlarla tanıştım, Irlanda’da yaşamı deneyimledim, aradan iki yıl geçmesine rağmen hala görüştüğüm çok özel dostluklar edindim, Türkiye’de her gün gözümün önünde olup fark edemediklerimin değerini anladım.. Kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğrendim, hiç beklemediğim anlarda patlak veren sorunlarla başa çıkmayı da. Fark etmemiş olsam da ön yargılarım olduğunu gördüm ama bunları aşmayı da başardım. Yeni insanlarla tanışmaya ne kadar da kapalıymışım meğersem, çekingenmişim, kendi kabuğumda mutluymuşum.. Bu küçük macera sayesinde bunların da üstesinden geldim.. Hani ufkum genişledi derler ya aaaynen öyle; Irlanda’nın o uçsuz bucaksız yemyeşil tarlaları gibi bakış açım da değişti. Enteresan bir duygu, sanki bir açlık gibi daha başka yerler görme, bilmediğim dinlerden dillerden ırklardan insanlarla tanışma ve farklı yaşam tarzları deneyimleme arzusu içimde daha da büyüdü. E aferin abicim istediğin oldu, şimdi tutun bu kızı tutabilirseniz! Sonunda erasmustan dönüşte yeni bir hedefim vardı: yüksek lisansımı yurt dışında yapmak!

Ya tamam her şey güzel de hiç mi bir yer görmedin arkadaşım diyebilirsiniz.. Ay görmez miyim! Takipte kalın, bir sonraki yazımda Irlanda’da nereleri gezdim neler gördüm, heepsi sizleri bekliyor olacak!

Bir sonraki sefer için sıkı tututun, halı kaydırmasın!

Hande’s Flying Carpet

Comments


  • Twitter
  • Instagram

©2018 BY HANDE'S FLYING CARPET. PROUDLY CREATED WITH WIX.COM

bottom of page